Fuat Çakıroğlu
Köşe Yazarı
Fuat Çakıroğlu
 

BYE BYE DEMOKRASİ!...

Sovyetler Birliğinin dağılması ile demokrasilerin güçleneceği ve genişleyeceği bekleniyordu, ancak öyle olmadı. Mevcut demokrasilerde geri çekilmeye, zayıflamaya başladı. Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil bugün için milletlerin ulaştığı en ileri rejimin Demokrasi olduğunu, sonrakinin ise ne olacağından endişe ettiğini ifade etmiştir.          Uluslar demokrasiye kolay ulaşmamıştır. Charles Tılly, “Avrupa’da Devrimler’’ (1492-1992), beş yüzyıllık tarihin devrimci durum ve sonuçlarını incelediği kitabında, devletlerin türdeş bir yapıya nasıl geldiğini, bugünkü rejimleri nasıl oluşturduklarını anlatır. Savaşlar, isyanlar, işgaller, sınıf çatışmaları, kilisenin siyasi otoritesinin oyun dışına çıkarılması, ekonomilerin dönüşümü, ticaretin gelişmesi(kurumsallaşması), şehirleşme, sanayileşme, denizaşırı ticaret, sömürgecilik gibi sonuçları anlatır Demokrasiler, bir anlamda ulus devletlerle   ortaya çıkmıştır denebilir.                                                          Demokrasinin birçok modelinin, Britanya’da, Felemenk, Avusturya-Macaristan Fransa, Balkanlar ve Rusya bölgelerindeki yansımalarında görebiliriz. Bugün demokrasilerin krizde olduğu yadsınamaz bir gerçektir İki dünya savaşından sonra neredeyse otuz yıl boyunca demokrasi ile kapitalizm uyum içinde olmuş,80’lerden sonra “sosyal piyasa ekonomisi”nin küresel kapitalist finans sistemine evrilmesiyle yolları ayrıldı. Küresel finansın 2008’deki krizi bu ayrılığı(çöküşü) daha da belirgin hale getirdi.  Kuralsızlaşma, özelleştirme, refah devletinin küçülmesi, sınıf dengelerinin bozulması, ulusal kuralların devre dışı kalması demokrasilerin geri çekilmesi sonucunda gerçekleşmiştir. Uyumsuzluğun, eşitsizlikler, yoksulluk, demokratik siyasetin zayıflaması, küresel finansın ulusal ekonomileri kontrol etmesi sonucunu beraberinde getirmiştir. Asıl önemli ya da yıkıcı olan, küreselleşme de karar alma gücünün parlamentodan alınarak yürütmenin başındakilere devredilmesidir. Devletin neo-liberal yeniden inşasında, servet birikimi, bölüşümünde halkın hem devre dışı kalması hem de oluşan borçların şimdiki ve sonraki kuşaklara miras kalması önemli bir meseledir. Demokrasinin krizini ciddiye almalıyız. Küresel kapitalist sistemin “piyasa diktatörlüğünde”, oyların hangi partiye gittiği sahte siyasi tartışmaların konusudur. Sistem, yeni “minimalist” (küçültülmüş, içi boşaltılmış) demokrasi tasarlayarak bize pazarlamaktadır. Sistem paranın üretilmesi, düzenlenmesi ve dolaşımının önündeki engelleri kaldırarak ulusal piyasalara kabul ettirmektedir. Şu sorun başta batı olmak üzere birçok ülkede gündemdedir: Kapitalizm, demokratik karar süreçlerinin içine nasıl sokulacak? Wolfgang Streeck, “Kapitalizm Nasıl Sona Erecek” araştırma kitabında, Uluslararası para endüstrisinin, ulusal ekonomileri fonlayarak(borçlandırarak) borçların nasıl geri çevrilmesi için kamusal hizmetlerin azaltılması yönünde yeni yaptırımlarda bulunmasını Avrupa demokrasileri bağlamında anlatmaktadır.  Üye ülkelerin hükümetleri, Avrupa Birliğinin aldığı kararları kendi ulusal parlamentolarında demokratik tartışma ve müzakereden yoksun olarak kabul ettirmeyi siyasetlerinin yegâne varoluşu olarak görmektedir. Streeck, buna “entrikacı biçimsel onay” adını vermektedir. Sistem ulus devletleri “konsolidasyon” devletine dönüştürmüştür. Borçların geri ödenmesini garanti altına almak için yeni yaptırımlar dayatmaktadır.  Vergi reformları, kamu hizmetlerinin özelleştirilmesi, denk bütçe, sosyal ödemelerin kısıtlanması ve diğerleri. Kapitalizmi demokratik yönetimin kuralları içine çekmek bütün ulusların beka meselesi olmalıdır. Küresel finans kapitalizmi, ulus devletlerin hem merkez sağına hem de merkez soluna yeni ödevler vererek onları oyalamaktadır. Yönlendirmelere rağmen sisteme her yerde muhalefet artmakta, özellikle milliyetçi muhalefet yükselmektedir. DEMOKRASİLER NASIL YIKILIR? Demokrasiler iki yolla yıkılır. Şiddete dayalı askeri darbeler veya seçilmişler eliyle. İkinci dünya savaşından önce Hitler seçimle ve bazı anayasal merkez partilerin ittifakı ile iktidara gelmişti. Mussolini demokratik bir davetle saraya girmişti. Vilfredo Pareto, (İtalyan İktisatçı, Siyaset Bilimci ve Sosyolog) 1920 yılında bir dergide yazdığı makalelerini topladığı “Demokrasinin Dönüşümü” kitabını 1921 de yayınladı. Pareto, demokrasinin nasıl otokrat bir rejime dönüştüğünü şöyle anlatır:  “Demagojik Plütokrasi iki nedenle en sinsi yönetimdir. Öncelikle örtülü yollarla destek sağlayarak yönetenler genellikle yeni zenginlik yolları açmaktan çok mevcut zenginliği dağıtmakla ilgilidirler, dolayısıyla iktidarları ulusal refahın son derece aleyhine çalışmaya bağlıdır. İkincisi söz konusu muktedirler kurnazlık ve hilekarlığa eğilimlidirler. Kitlelerin duygularını manipüle ederek uzun dönemler iktidarda kalabilirler, İktidarları hükümeti iflasa sürükleyip, ekonomiyi çökertene ve sıradan insanların muhafazakâr duygularını yaralayana kadar devam eder. Kooptasyon yoluyla iktidarın iç çatışmaları ortaya çıkınca döngüsel hareket aksi yönde çalışır ve askeri plütokrasi yükselir”  Pareto, İtalyan faşizmini önceden öngörmüştü. Ralf Dahrendorf, Antoni Palito ile “Demokrasinin Bunalımları” üzerine yaptığı söyleşide, oligarşinin her sistemde olabileceğini belirterek, asıl önemli olan bu oligarşi devamlı, izole ve denetlenemez nitelikte midir yoksa demokratik süreçler vasıtası ile değiştirme olanağı var mıdır? Euro tek para birimi Avrupa’yı birleştireceği söyleniyordu aksine böldü. Avrupa’nın tek ulus olamayacağı artık yaygın kabul görmektedir. Kuzey’in zengin sanayileşmiş ihracata dayalı ülkeleri ile güneyin yüksek borçlu deflasyona açık ülkeleri arasındaki sorunlar ortada durmaktadır. Ayrıca ulusal parlamentoların yetkilerinin AB’nin kurumlarına devrine tepkiler durmayacağa benziyor. Stevan Levitsky,Daniel Zıblatt “Demokrasiler Nasıl Ölür” de seçilmişler eliyle Demokrasilerin yıkılışını Batı Demokrasileri başta olmak üzere dünya genelinde inceleyerek çarpıcı sonuçlara vardılar. Seçilmişler eliyle demokrasilerin yıkılış yöntemlerini, otokratların ortak özelliklerini, benzer program ve takvimlerini kamuoyuna sundular.  Günümüzün demokrasilerinin erozyonu seçim sandıklarında başlıyor (Levitsky, Ziblatt). A. F. Başgil, yıllar önce demokrasinin ilk şartının özgür, adil ve eşit şartlarda yapılan seçimler olduğunu ancak yeterli olmadığını asıl önemli olan ise, hükümetin aldığı yetkiyi nasıl kullandığıdır.  Temel yasalarda muhalefetin görüşlerinin alınmasını bir diğer şart görür, buna hukukun üstünlüğü ve şeffaf denetimi de ilave eder. Bugün demokrasiler hem dışarıdan, küresel sistemin hedefinde hem de içeride seçilmiş otokratların hedefinde gerilemektedir. Demokrasiye inanan partiler, liderler ve yöneticiler otoriter eğilimler gösterenlere karşı ortak tavır geliştiremezse daha da vahimi onlarla iş birliği, ittifak içine girerlerse sonuç kötü olur. Devlet aygıtını şeytan ittifakları ile otokratın altına “dizginlenmiş ve eyerlenmiş” olarak verirseniz kolay indiremezsiniz. Demokrasi bir değerdir ve korunmalıdır. Bir ülkenin vatandaşları diktatörlerin çekiciliğine kapılırsa o ülkede demokrasi tehlikededir. Bilinen birçok diktatör aynı zamanda iyi birer demagogdurlar, siyasi partiler demokrasinin bekçiliğini yapamazlarsa kapıdan içeri kolaylıkla girebilirler. OTOKRATLARI NASIL TANIRIZ? Pr.Juan LİNZ ünlü demokrasi uzmanı ve siyaset bilimci olarak demokrasi karşıtı siyasetçileri saptamak için “turnusol testi” kullanır. Oyunun demokratik kurallarını, rakiplerinin meşruluğunu reddederek şiddeti görmezden gelirler ya da desteklerler. Medya dahil her türlü muhalefeti, sivil özgürlükleri kısıtlarlar. Demokrasinin kapı bekçileri olan siyasi partiler ve liderleri diktatörlerin içeri girişlerini filtre etmelidir. Siyaset bilimci Nancy Bermeo radikal güçleri izole etmeye “uzaklaştırma” diyor. Levitsky ve Zıblatt Demokrasilerin sert korkuluklarının yanında, yumuşak korkuluklarına da dikkat çeker. Dünyanın en eski demokrasilerinden olan ABD de son yıllarda yazılı olmayan standartların törpülenmesi yüzünden, demokrasinin geleceğinden endişe duyulmaktadır. Başgil’in yıllar önce bahsettiği icranın uygulamadaki olumlu muhalefet ilişkilerine atıfla yazılı olmayan standartlar olarak tanımlayabiliriz. Ivan Ermakof, demokrasiyi tehdit eden liderlere güç aktarımının iki yolunu anlatır: Diktatörlerin kontrol edilebileceği veya evcilleştirileceği, gündeminin ana akım siyasetle örtüştüğünün düşünülmesi “ideolojik hile” olarak literatüre girmiştir. Peru’nun seçilmiş diktatörü Fujimori iktidarda iken şöyle diyordu: “Kalan tüm tabuları yıkmadan durmayacağım tek tek hepsi düşecekler, bu ülkeyi geride tutan tüm eski duvarları yıkana kadar daha cesur olacağız.” Tüm demagoglar kendilerini eleştirenlere düşman, huzur bozucu hatta terörist diyerek saldırırlar, vatan haini, komünist… (Chavez, S.Berlusconi, Rafeel Correa ve diğerleri) Halkı kutuplara bölerek, panik, düşmanlık, korku ve karşılıklı güvensizlik yaratarak güç devşirmeyi iyi becerirler. DEMOKRASİLERİN SESSİZ ÖLÜMÜ Demokrasiler Nasıl Ölür de Levitsky ve Zıblatt tüm demokrasi çöküşlerinde sözde diktatörler, (Franco, Hitler, Mussolini, Marcos, Castrol, Pinochet ve yakın tarikte Putin, Chavez ve diğerleri...) gücü kendilerinde toplamak için rakiplerini kendi varoluşlarına tehdit olarak görmüşlerdir. Otokratlar popüler kültür figürlerini kendileri için kullanırlar, diğerlerini de siyasete bulaşmama şartı ile işlerini yapmalarına izin verebilirler. Otokratlar saldırılarını demokrasiyi kurtarma adına yaptıklarını iddia ederler.  Ekonomik krizleri, doğal afetleri, savaş, silahlı isyanlar ve terör saldırıları gibi güvenlik tehditlerini demokrasi karşıtı tedbirleri haklı çıkarmak için kullanırlar. Anayasal korkuluklar tek başlarına demokrasiyi koruyamazlar. ABD’de anayasanın denge denetleme sisteminin yetersiz kaldığı görülmüştür. ABD’nin zengin ekonomisi, güçlü orta sınıfı, dinamik sivil toplumu yanında pek çok faktörlerin yanında yazılı olmayan, kabul görmüş ve tecrübe edilmiş yerleşik standartların da olması demokrasinin ayakta kalmasında etkili olmuştur. Yazılı olmayan standartlara Zıblatt demokrasinin yumuşak korkulukları demektedir. Karşılıklı tolerans ve “kendini tutma” standardı yumuşak korkuluklarda öne çıkmaktadır. Kendini tutma standardı kurumsal ayrıcalıktan doğan yetkilerinin yasal olsa bile sonuna kadar kullanmayarak demokrasinin kökleşmesine katkı verirler. Siyaset kuramcısı Eric Nelson korkulukları olmayan demokrasilerin çöktüğünü ileri sürmektedir. Siyasetçiler, kaybetmenin bedelini olduğundan çok algıladıklarında kendilerini tutmaktan vazgeçebilirler. Kutuplaşma tüm demokratik standartları yok edebilmektedir. Toleransın kaybolması karşılıklı tehdit algısı yaratarak kendini tutma standardını bozmaktadır. Seçilmiş diktatörlerin demokrasi yıkımları küçük adımlarla yürütülür.  İktidara geldiklerinde ilk olarak deli gömleği gördükleri kurumsal kontrol mekanizmalarından kurtulmak isterler. Yıkım stratejileri demokrasiyi koruma adına sinsice yasal görünüm altında yaparlar. Yargıyı ele geçirme otokratlara yeni bir kalkan kazandırır. Vergi kurumları rakip siyasetçileri, iş adamlarını ve basın kanallarını susturmakta kullanırlar. Polis hükümet yanlısı çetelerin şiddetine göz yumarken muhalefetin demokratik protestolarını engelleyebilirler. Devleti bazı kurumları rakip siyasetçileri gözetleyerek onlara şantaj yapmak için kullanılır. Mesela Orban hükümeti Anayasa Mahkemesinin üye sayısını sekizden on beşe çıkararak kuralları değiştirmiştir. Çağdaş otokratlar muhalefete ait tüm izleri özellikle silmezler. Potansiyel rakipleri yenmenin en kolay yolu onları satın almaktır. Modern otokratlar operasyonlarını yasal görünüm altında yapmayı tercih ederler. Demokrasinin en önemli uzmanlarından Larry Dıamont bütün dünyada demokratik geri çekilmenin yaşandığını düşünmektedir. Demokrasiler patolojik krizlere karşı savunmasızdır. A.Polito, bugün siyasal kararların bir yandan ulus devletlerden dışarıya, çoğu kez bilinmeyen uzak makamlara, mekanlara doğru, öte yandan eşzamanlı olarak içeriye, sıklıkla kendi içinde demokratik olmayan siyasal birimlere doğru kaydığını görüyoruz. Polito, ikinci büyük tehlikeyi içerden tarif ediyor: “Ulus devletlerle yerel cemaat arasında yolun ortasında duran demagog ve vicdansız liderler için cazibe merkezi olan bölgeler (Regionen) yer alıyor. Kendi kaderini tayın adı altında sınırlar çizmek istiyorlar. Çoğu kez hedeflerine ulaşmak için şiddete baş vuruyorlar. Kendi kaderini tayın ilkesinin bu kötüye kullanımı günümüzde Demokrasi için en büyük tehditlerden birini oluşturuyor.” Hiçbir lider demokrasiyi tek başına yıkamayacağı gibi tek başına da kurtaramaz. Demokrasi hak edilen, paylaşılan ortak toplumsal bir değerdir ve hepimizin kaderini ilgilendirir. Demokrasinin geleceğinden hepimiz sorumluyuz. Siyasal kararların geleneksel demokrasilerin ulusal mekanları dışında alınıyorsa iktidarda kimin olduğu önemli değildir. Halk karar alma sürecinde yoksa sistemde denetim için etkin ve açık tanımlanmış yöntemler, kurumlar yoksa demokrasi çok derine gömülmüştür demektir. Daron Acemoğlu ve James Robinson “Dar Koridor” da özgürlüğün oluşması ve yeşermesi için: “hem devletin hem de toplumun güçlü olması gerekliliğinin dünyadaki tarihsel gelişimini, toplumlar, devletler bağlamında ortaya koyar.” 21 yüzyılda demokrasileri yeni baştan düşünmeli, hatta tasarlamalıyız. Eksiklerini tamamlamalı yanlışlarını onarmalıyız. Bunun için başka ulusların demokrasileri ile iş birliği yapabilme yeteneği geliştirmeliyiz. Karanlık, küresel güç odaklarının bize dayattıklarını kabul ederek demokrasimizi koruyup geliştiremeyiz. Ulusların demokrasilerini güçlendirmeleri bir gelecek sorunudur ve tercihlerimizle onu tasarlayabiliriz.
Ekleme Tarihi: 30 Eylül 2021 - Perşembe

BYE BYE DEMOKRASİ!...

Sovyetler Birliğinin dağılması ile demokrasilerin güçleneceği ve genişleyeceği bekleniyordu, ancak öyle olmadı. Mevcut demokrasilerde geri çekilmeye, zayıflamaya başladı.

Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil bugün için milletlerin ulaştığı en ileri rejimin Demokrasi olduğunu, sonrakinin ise ne olacağından endişe ettiğini ifade etmiştir.         

Uluslar demokrasiye kolay ulaşmamıştır. Charles Tılly, “Avrupa’da Devrimler’’ (1492-1992), beş yüzyıllık tarihin devrimci durum ve sonuçlarını incelediği kitabında, devletlerin türdeş bir yapıya nasıl geldiğini, bugünkü rejimleri nasıl oluşturduklarını anlatır. Savaşlar, isyanlar, işgaller, sınıf çatışmaları, kilisenin siyasi otoritesinin oyun dışına çıkarılması, ekonomilerin dönüşümü, ticaretin gelişmesi(kurumsallaşması), şehirleşme, sanayileşme, denizaşırı ticaret, sömürgecilik gibi sonuçları anlatır

Demokrasiler, bir anlamda ulus devletlerle   ortaya çıkmıştır denebilir.                                                         

Demokrasinin birçok modelinin, Britanya’da, Felemenk, Avusturya-Macaristan Fransa, Balkanlar ve Rusya bölgelerindeki yansımalarında görebiliriz.

Bugün demokrasilerin krizde olduğu yadsınamaz bir gerçektir İki dünya savaşından sonra neredeyse otuz yıl boyunca demokrasi ile kapitalizm uyum içinde olmuş,80’lerden sonra “sosyal piyasa ekonomisi”nin küresel kapitalist finans sistemine evrilmesiyle yolları ayrıldı.

Küresel finansın 2008’deki krizi bu ayrılığı(çöküşü) daha da belirgin hale getirdi.

 Kuralsızlaşma, özelleştirme, refah devletinin küçülmesi, sınıf dengelerinin bozulması, ulusal kuralların devre dışı kalması demokrasilerin geri çekilmesi sonucunda gerçekleşmiştir. Uyumsuzluğun, eşitsizlikler, yoksulluk, demokratik siyasetin zayıflaması, küresel finansın ulusal ekonomileri kontrol etmesi sonucunu beraberinde getirmiştir.

Asıl önemli ya da yıkıcı olan, küreselleşme de karar alma gücünün parlamentodan alınarak yürütmenin başındakilere devredilmesidir.

Devletin neo-liberal yeniden inşasında, servet birikimi, bölüşümünde halkın hem devre dışı kalması hem de oluşan borçların şimdiki ve sonraki kuşaklara miras kalması önemli bir meseledir.

Demokrasinin krizini ciddiye almalıyız.

Küresel kapitalist sistemin “piyasa diktatörlüğünde”, oyların hangi partiye gittiği sahte siyasi tartışmaların konusudur.

Sistem, yeni “minimalist” (küçültülmüş, içi boşaltılmış) demokrasi tasarlayarak bize pazarlamaktadır.

Sistem paranın üretilmesi, düzenlenmesi ve dolaşımının önündeki engelleri kaldırarak ulusal piyasalara kabul ettirmektedir.

Şu sorun başta batı olmak üzere birçok ülkede gündemdedir: Kapitalizm, demokratik karar süreçlerinin içine nasıl sokulacak?

Wolfgang Streeck“Kapitalizm Nasıl Sona Erecek” araştırma kitabında, Uluslararası para endüstrisinin, ulusal ekonomileri fonlayarak(borçlandırarak) borçların nasıl geri çevrilmesi için kamusal hizmetlerin azaltılması yönünde yeni yaptırımlarda bulunmasını Avrupa demokrasileri bağlamında anlatmaktadır.

 Üye ülkelerin hükümetleri, Avrupa Birliğinin aldığı kararları kendi ulusal parlamentolarında demokratik tartışma ve müzakereden yoksun olarak kabul ettirmeyi siyasetlerinin yegâne varoluşu olarak görmektedir. Streeck, buna “entrikacı biçimsel onay” adını vermektedir.

Sistem ulus devletleri “konsolidasyon” devletine dönüştürmüştür.

Borçların geri ödenmesini garanti altına almak için yeni yaptırımlar dayatmaktadır.  Vergi reformları, kamu hizmetlerinin özelleştirilmesi, denk bütçe, sosyal ödemelerin kısıtlanması ve diğerleri.

Kapitalizmi demokratik yönetimin kuralları içine çekmek bütün ulusların beka meselesi olmalıdır.

Küresel finans kapitalizmi, ulus devletlerin hem merkez sağına hem de merkez soluna yeni ödevler vererek onları oyalamaktadır.

Yönlendirmelere rağmen sisteme her yerde muhalefet artmakta, özellikle milliyetçi muhalefet yükselmektedir.

DEMOKRASİLER NASIL YIKILIR?

Demokrasiler iki yolla yıkılır. Şiddete dayalı askeri darbeler veya seçilmişler eliyle.

İkinci dünya savaşından önce Hitler seçimle ve bazı anayasal merkez partilerin ittifakı ile iktidara gelmişti. Mussolini demokratik bir davetle saraya girmişti.

Vilfredo Pareto, (İtalyan İktisatçı, Siyaset Bilimci ve Sosyolog) 1920 yılında bir dergide yazdığı makalelerini topladığı “Demokrasinin Dönüşümü” kitabını 1921 de yayınladı. Pareto, demokrasinin nasıl otokrat bir rejime dönüştüğünü şöyle anlatır:

 “Demagojik Plütokrasi iki nedenle en sinsi yönetimdir. Öncelikle örtülü yollarla destek sağlayarak yönetenler genellikle yeni zenginlik yolları açmaktan çok mevcut zenginliği dağıtmakla ilgilidirler, dolayısıyla iktidarları ulusal refahın son derece aleyhine çalışmaya bağlıdır. İkincisi söz konusu muktedirler kurnazlık ve hilekarlığa eğilimlidirler. Kitlelerin duygularını manipüle ederek uzun dönemler iktidarda kalabilirler, İktidarları hükümeti iflasa sürükleyip, ekonomiyi çökertene ve sıradan insanların muhafazakâr duygularını yaralayana kadar devam eder. Kooptasyon yoluyla iktidarın iç çatışmaları ortaya çıkınca döngüsel hareket aksi yönde çalışır ve askeri plütokrasi yükselir”

 Pareto, İtalyan faşizmini önceden öngörmüştü.

Ralf Dahrendorf, Antoni Palito ile “Demokrasinin Bunalımları” üzerine yaptığı söyleşide, oligarşinin her sistemde olabileceğini belirterek, asıl önemli olan bu oligarşi devamlı, izole ve denetlenemez nitelikte midir yoksa demokratik süreçler vasıtası ile değiştirme olanağı var mıdır?

Euro tek para birimi Avrupa’yı birleştireceği söyleniyordu aksine böldü. Avrupa’nın tek ulus olamayacağı artık yaygın kabul görmektedir.

Kuzey’in zengin sanayileşmiş ihracata dayalı ülkeleri ile güneyin yüksek borçlu deflasyona açık ülkeleri arasındaki sorunlar ortada durmaktadır.

Ayrıca ulusal parlamentoların yetkilerinin AB’nin kurumlarına devrine tepkiler durmayacağa benziyor.

Stevan Levitsky,Daniel Zıblatt “Demokrasiler Nasıl Ölür” de seçilmişler eliyle Demokrasilerin yıkılışını Batı Demokrasileri başta olmak üzere dünya genelinde inceleyerek çarpıcı sonuçlara vardılar. Seçilmişler eliyle demokrasilerin yıkılış yöntemlerini, otokratların ortak özelliklerini, benzer program ve takvimlerini kamuoyuna sundular.

 Günümüzün demokrasilerinin erozyonu seçim sandıklarında başlıyor (Levitsky, Ziblatt).

A. F. Başgil, yıllar önce demokrasinin ilk şartının özgür, adil ve eşit şartlarda yapılan seçimler olduğunu ancak yeterli olmadığını asıl önemli olan ise, hükümetin aldığı yetkiyi nasıl kullandığıdır.

 Temel yasalarda muhalefetin görüşlerinin alınmasını bir diğer şart görür, buna hukukun üstünlüğü ve şeffaf denetimi de ilave eder.

Bugün demokrasiler hem dışarıdan, küresel sistemin hedefinde hem de içeride seçilmiş otokratların hedefinde gerilemektedir. Demokrasiye inanan partiler, liderler ve yöneticiler otoriter eğilimler gösterenlere karşı ortak tavır geliştiremezse daha da vahimi onlarla iş birliği, ittifak içine girerlerse sonuç kötü olur.

Devlet aygıtını şeytan ittifakları ile otokratın altına “dizginlenmiş ve eyerlenmiş” olarak verirseniz kolay indiremezsiniz.

Demokrasi bir değerdir ve korunmalıdır.

Bir ülkenin vatandaşları diktatörlerin çekiciliğine kapılırsa o ülkede demokrasi tehlikededir.

Bilinen birçok diktatör aynı zamanda iyi birer demagogdurlar, siyasi partiler demokrasinin bekçiliğini yapamazlarsa kapıdan içeri kolaylıkla girebilirler.

OTOKRATLARI NASIL TANIRIZ?

Pr.Juan LİNZ ünlü demokrasi uzmanı ve siyaset bilimci olarak demokrasi karşıtı siyasetçileri saptamak için “turnusol testi” kullanır. Oyunun demokratik kurallarını, rakiplerinin meşruluğunu reddederek şiddeti görmezden gelirler ya da desteklerler. Medya dahil her türlü muhalefeti, sivil özgürlükleri kısıtlarlar.

Demokrasinin kapı bekçileri olan siyasi partiler ve liderleri diktatörlerin içeri girişlerini filtre etmelidir.

Siyaset bilimci Nancy Bermeo radikal güçleri izole etmeye “uzaklaştırma” diyor.

Levitsky ve Zıblatt Demokrasilerin sert korkuluklarının yanında, yumuşak korkuluklarına da dikkat çeker.

Dünyanın en eski demokrasilerinden olan ABD de son yıllarda yazılı olmayan standartların törpülenmesi yüzünden, demokrasinin geleceğinden endişe duyulmaktadır.

Başgil’in yıllar önce bahsettiği icranın uygulamadaki olumlu muhalefet ilişkilerine atıfla yazılı olmayan standartlar olarak tanımlayabiliriz.

Ivan Ermakof, demokrasiyi tehdit eden liderlere güç aktarımının iki yolunu anlatır:

Diktatörlerin kontrol edilebileceği veya evcilleştirileceği, gündeminin ana akım siyasetle örtüştüğünün düşünülmesi “ideolojik hile” olarak literatüre girmiştir.

Peru’nun seçilmiş diktatörü Fujimori iktidarda iken şöyle diyordu: “Kalan tüm tabuları yıkmadan durmayacağım tek tek hepsi düşecekler, bu ülkeyi geride tutan tüm eski duvarları yıkana kadar daha cesur olacağız.”

Tüm demagoglar kendilerini eleştirenlere düşman, huzur bozucu hatta terörist diyerek saldırırlar, vatan haini, komünist… (Chavez, S.Berlusconi, Rafeel Correa ve diğerleri) Halkı kutuplara bölerek, panik, düşmanlık, korku ve karşılıklı güvensizlik yaratarak güç devşirmeyi iyi becerirler.

DEMOKRASİLERİN SESSİZ ÖLÜMÜ

Demokrasiler Nasıl Ölür de Levitsky ve Zıblatt tüm demokrasi çöküşlerinde sözde diktatörler, (Franco, Hitler, Mussolini, Marcos, Castrol, Pinochet ve yakın tarikte Putin, Chavez ve diğerleri...) gücü kendilerinde toplamak için rakiplerini kendi varoluşlarına tehdit olarak görmüşlerdir.

Otokratlar popüler kültür figürlerini kendileri için kullanırlar, diğerlerini de siyasete bulaşmama şartı ile işlerini yapmalarına izin verebilirler.

Otokratlar saldırılarını demokrasiyi kurtarma adına yaptıklarını iddia ederler.

 Ekonomik krizleri, doğal afetleri, savaş, silahlı isyanlar ve terör saldırıları gibi güvenlik tehditlerini demokrasi karşıtı tedbirleri haklı çıkarmak için kullanırlar.

Anayasal korkuluklar tek başlarına demokrasiyi koruyamazlar.

ABD’de anayasanın denge denetleme sisteminin yetersiz kaldığı görülmüştür. ABD’nin zengin ekonomisi, güçlü orta sınıfı, dinamik sivil toplumu yanında pek çok faktörlerin yanında yazılı olmayan, kabul görmüş ve tecrübe edilmiş yerleşik standartların da olması demokrasinin ayakta kalmasında etkili olmuştur. Yazılı olmayan standartlara Zıblatt demokrasinin yumuşak korkulukları demektedir.

Karşılıklı tolerans ve “kendini tutma” standardı yumuşak korkuluklarda öne çıkmaktadır.

Kendini tutma standardı kurumsal ayrıcalıktan doğan yetkilerinin yasal olsa bile sonuna kadar kullanmayarak demokrasinin kökleşmesine katkı verirler.

Siyaset kuramcısı Eric Nelson korkulukları olmayan demokrasilerin çöktüğünü ileri sürmektedir. Siyasetçiler, kaybetmenin bedelini olduğundan çok algıladıklarında kendilerini tutmaktan vazgeçebilirler.

Kutuplaşma tüm demokratik standartları yok edebilmektedir.

Toleransın kaybolması karşılıklı tehdit algısı yaratarak kendini tutma standardını bozmaktadır.

Seçilmiş diktatörlerin demokrasi yıkımları küçük adımlarla yürütülür.

 İktidara geldiklerinde ilk olarak deli gömleği gördükleri kurumsal kontrol mekanizmalarından kurtulmak isterler. Yıkım stratejileri demokrasiyi koruma adına sinsice yasal görünüm altında yaparlar. Yargıyı ele geçirme otokratlara yeni bir kalkan kazandırır. Vergi kurumları rakip siyasetçileri, iş adamlarını ve basın kanallarını susturmakta kullanırlar. Polis hükümet yanlısı çetelerin şiddetine göz yumarken muhalefetin demokratik protestolarını engelleyebilirler. Devleti bazı kurumları rakip siyasetçileri gözetleyerek onlara şantaj yapmak için kullanılır. Mesela Orban hükümeti Anayasa Mahkemesinin üye sayısını sekizden on beşe çıkararak kuralları değiştirmiştir. Çağdaş otokratlar muhalefete ait tüm izleri özellikle silmezler. Potansiyel rakipleri yenmenin en kolay yolu onları satın almaktır. Modern otokratlar operasyonlarını yasal görünüm altında yapmayı tercih ederler.

Demokrasinin en önemli uzmanlarından Larry Dıamont bütün dünyada demokratik geri çekilmenin yaşandığını düşünmektedir. Demokrasiler patolojik krizlere karşı savunmasızdır. A.Polito, bugün siyasal kararların bir yandan ulus devletlerden dışarıya, çoğu kez bilinmeyen uzak makamlara, mekanlara doğru, öte yandan eşzamanlı olarak içeriye, sıklıkla kendi içinde demokratik olmayan siyasal birimlere doğru kaydığını görüyoruz.

Polito, ikinci büyük tehlikeyi içerden tarif ediyor: “Ulus devletlerle yerel cemaat arasında yolun ortasında duran demagog ve vicdansız liderler için cazibe merkezi olan bölgeler (Regionen) yer alıyor. Kendi kaderini tayın adı altında sınırlar çizmek istiyorlar. Çoğu kez hedeflerine ulaşmak için şiddete baş vuruyorlar. Kendi kaderini tayın ilkesinin bu kötüye kullanımı günümüzde Demokrasi için en büyük tehditlerden birini oluşturuyor.”

Hiçbir lider demokrasiyi tek başına yıkamayacağı gibi tek başına da kurtaramaz.

Demokrasi hak edilen, paylaşılan ortak toplumsal bir değerdir ve hepimizin kaderini ilgilendirir.

Demokrasinin geleceğinden hepimiz sorumluyuz.

Siyasal kararların geleneksel demokrasilerin ulusal mekanları dışında alınıyorsa iktidarda kimin olduğu önemli değildir.

Halk karar alma sürecinde yoksa sistemde denetim için etkin ve açık tanımlanmış yöntemler, kurumlar yoksa demokrasi çok derine gömülmüştür demektir.

Daron Acemoğlu ve James Robinson “Dar Koridor” da özgürlüğün oluşması ve yeşermesi için: “hem devletin hem de toplumun güçlü olması gerekliliğinin dünyadaki tarihsel gelişimini, toplumlar, devletler bağlamında ortaya koyar.”

21 yüzyılda demokrasileri yeni baştan düşünmeli, hatta tasarlamalıyız. Eksiklerini tamamlamalı yanlışlarını onarmalıyız. Bunun için başka ulusların demokrasileri ile iş birliği yapabilme yeteneği geliştirmeliyiz. Karanlık, küresel güç odaklarının bize dayattıklarını kabul ederek demokrasimizi koruyup geliştiremeyiz.

Ulusların demokrasilerini güçlendirmeleri bir gelecek sorunudur ve tercihlerimizle onu tasarlayabiliriz.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve gazetesondakika.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.