KUSURSUZ FIRTINA

Küresel finans çağında büyüyen gelir eşitsizlikleri sistemin meşruiyetini tartışılır hale getirmiştir.

Disraili’nin dediği gibi aralarında hiçbir duygusal bağ olmayan “zenginler ve yoksullar” iki ayrı ulus gibi.

Sahip olanlar ve sahip olmayanlar.

Ulusal ve küresel bazda yoksul, yoksun ve yeterli gelir sahibi olamayan kitleler çoğalıyor.

Guy Standing yeni, yoksul, güvencesiz sınıfın adını koymuştu: Prekarya

İnsanların yaşadığı zorlukları iki guruba ayırmak mümkündür: günlük alışılmış zorluklar, diğeri alışılmış zorlukların üzerine binen yeni ilave zorluklar.

İşte insanları harekete geçiren bu yeni yoksullaşmadır.

Yoksunluk ve yoksulluk hissi görelidir, mutlak değildir.

Kurbanlarını harekete geçiren daha çok göreli yoksunluktur.

Ayrıcalık çağında herkes aynı gemide değil.

Bu süreçte özgürlük ve güvenlik eşanlı olarak yükselmektedir.

Yaşadığımız her kötü şey kendi yanlışlarımızın sonucudur.

Uymaya zorlanıyoruz ve buna gönüllüyüz.

Kaybolmuşluk duygumuzu güdülenerek yenmek istiyoruz!

Özellikle “kültürel gecikme” yaşayan toplumlarda parçalanma ve tutarsızlıklar çağında insanlar hiçbir şeye öz güvenle tutunamıyorlar.

Branko Milanoviç, yükselmekte olan gelir eşitsizliklerini “kusursuz fırtına” olarak tanımlıyor.

Hiçbir neden yoksulluk, yoksunluk, açlık ve eşitsizliği normal, makul gösteremez!

Geçmişte denenmiş “ortak düşman”, “biz ve onlar” karşıtlığı ile hiçbir sorun çözülemez.

“Başka alternatif yok” veya “ya hep ya hiç” mantığı herkes için çok kötü olur.

Daha kapsayıcı siyasi ve ekonomik yeni bir modeli hep birlikte inşa edebilmeliyiz.

Çözümü güçlü demokrasi içinde aramak en doğru yol olur.

Çağımızın her yönü ile dönüşüm ve değişime ihtiyacı kesindir.

Düşünceler geçmişten geleceğe doğru akar.

Zaman okunun yönü geleceğe doğrudur.

Gelecek açık alandır ve hep beraber onu tasarlayabiliriz.

Güneş geçmiş günün değil, gelecek günün üzerine doğar.

Gelecekten korkmamalıyız.

Gandhi’nin dediği gibi “Dünyada görmek istediğiniz değişimin parçası olun.”

 

NEDEN? 

Küresel iletişim çağında bilince giden yollar düz ve tekin değil.

Dünyada olup bitenleri anlamak için biraz emek ve dikkat gerekli.

Antropoloji, sosyoloji, sosyal-psikoloji ve politik-iktisat gibi nispeten daha eski disiplinlerin yanında; politik-psikoloji, nöro-siyaset gibi yeni disiplinlere de biraz aşina olmak lazım.

Nedenler sonuçlardan önce gelir, bizde tam ters sonuçlara sorumlu arama çabası öne çıkar.

Neden böyle oluyor?

Charles Tilly Neden? Düşünce ve Davranışlarımızın Altında Yatan Nedenleri inceliyor.

Neden gösterme insan davranışlarını anlamada önemli bir anahtar.

Siyasetçilerin neden gösterme sebeplerini nasıl anlamalıyız?

Seçmene vaat ettiklerini gerçekleştiremeyen hatta daha kötü bir durumla karşılaştıklarında hangi davranışları ortaya koyarlar?

Seçmenle bozulan ilişkilerini nasıl tamir edip onaracaklar?

Tilly, yaygın biçimde kullanılan nedenleri açıklamada dört kategoriden söz eder: görenekler, öyküler, kodlar ve teknik anlatımlar.

Hangi nedenin nasıl, kim tarafından kullanılacağı “stratejik bir konu”.

Neden-sonuç anlatımları öncelikle ilişki kurmada başarılı olabilirler.

Bir doktorun hastaya kötü haberi vermeden önce hastanın neyi duymaya hazır olduğunu hesaba katması önemli.

Kabul edilebilir makul nedenler gösterebilirseniz yetersizliklerinizi örtebilirsiniz.

Başarısızlığınızın bağışlanması buna bağlıdır.

Özürler, savunmalar ve ithamlar bozulan ilişkiyi müzakere ederek onarmada ustalıkla kullanılır.

İster usta gazeteci ister retorikçi ya da bilim insani olsun yoğun bir ikna işine girişirler.

Gösterdiğiniz nedenler iş görmezse ne olur?

Anton Checkhov, “oyunun birinci perdesinde duvarda asılı bir tüfek üçüncü perdesinde mutlaka ateşlenmelidir.” diyor.

Bu durumun bilimsel analizini yapan çok entelektüel var. Ben Henry Giroux’u seçtim. “Demokrasiyi yıkıma götüren sistemik şiddet, bu devlette finansal elite ve onun ülke üzerindeki kontrolüne bir tehdit oluşturduğu gerekçesiyle her şey gittikçe artan şekilde kriminalize ediliyor’’.

Siyasetimize şiddet ve korku zerk ediliyor.

Demokrasileri derine gömülen toplumlarda şiddet her koşulda kendini endemik olarak yeniden kolaylıkla üretebilir.

Umberto Eco “Prag Mezarlığı” nda herkesin herkese düşmanlığını tarihsel bağlamında anlatır.

Artık soru şudur: kazanan tarafta mı yoksa kaybeden tarafta mısın?

David LOWENTHAL, “ilerleme umutları soldukça miras bizi gelenekle teselli eder.”

Cehalet toplumlarında geçmişe duyulan hayranlık olgulardan daha çok önem kazanır.

Siyasetin geleceği yeniden inşa etme gücü kaybolmuştur.

George Lakoff “insanlar ille de kendi öz çıkarlarına göre o vermezler, iklimlerine oy verirler, değerlerine oy verirler, özdeşleştiklerine oy verirler. Kendi öz çıkarlarını asla umursamadıkları anlamına gelmez, fakat kimliklerine oy verirler ve kimlikleri çıkarları ile örtüşüyorsa mutlaka ona oy verirler.”

Bu süreçte siyasetin iki derin yarılması ile karşı karşıyayız: milliyet, etnisite ve dinin odağındaki kimlik yarılması ile toplumsal sınıflar arasında büyüyen eşitsizlikleri doğuran gelir yarılması.

Bu koşullarda her iki tarafın popülistleri de öfkeyi canlı tutmada zorlanmazlar.

Aristo politik tartışmalarda “Düşmanın dilini kullanmayın.” diye tavsiyede bulunmuştu!

Gelecek yeni günün güzelliği üzerinize doğsun.

Fuat Çakıroğlu İSTANBUL 26 Ocak 2022